Bazı yolculuklar vardır ki sadece turistik bir deneyim değil, aynı zamanda insanın kendi değerlerine ve duygularına dokunduğu bir keşfe dönüşür. Selanik’e ziyaretim de benim için tam olarak böyleydi. Planlı rotalar, uzun listeler yerine, kendiliğinden şekillenen bir yolculuktu. Ama bu yolculuğun en unutulmaz anı, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret ettiğimiz o özel zamandı. Zamanlaması da bir o kadar anlamlıydı: “29 Ekim”.
İstanbul’dan bir çift arkadaşımızla yola çıktık ve Edirnekapı’daki sınır kuyruğunu geçtikten sonra doğruca Dedeağaç’ta kahvaltı etmeye gittik. Açıkçası, börekle geçiştirmek istemediğimiz için yöresel bir tat yerine oturup sağlam bir kahvaltı keyfi yapmayı tercih ettik. Vardığımız gün bir milli kutlama gününe denk geldiği için Dedeağaç’ta kısa bir gezinti yaptıktan sonra kalabalık arasında kalmadan kahvemizi içtik ve Selanik’e geçtik. Kaldığımız otel şehir oteli olup hem merkezde yer alıyordu hem de şık ve tatmin ediciydi. Kisa bir dinlenme sonrası meydanda bir tavernada muzik esliginde keyiflice uzunca süre sohbetli muhabbetli bir akşam yemeği yedik.
Ve ertesi sabah beklenen an geldi: Atatürk’ün evine gidiş. Selanik’in sokaklarında oğlumla yürürken, ona buranın Atatürk’ün doğduğu şehir olduğunu, bir zamanlar onun da bu sokaklarda dolaştığını anlattım. Çocukların hayal gücü sınırsız… Can’ın gözleri heyecanla parlıyordu ve sürekli sorular soruyordu: “Buradan da mı geçmiş annecim?” Sanki birazdan Atatürk’ü sokakta görecekmişiz gibi bir heyecan içindeydi. Hafifçe gülümseyerek, “Kim bilir, belki de geçmiştir oğlum,” dedim.
Sonunda Atatürk’ün evinin önüne geldik ve kapıdan içeri girerken içimde tarif edemediğim bir heyecan vardı. Geçmişin izleri, eski fotoğraflar, duvarlara sinmiş tarih… Can’ın hem bana hem babasına merakla sorduğu sorular karşısında kimi zaman gülümsedim, kimi zaman duygulandım.”Keşke görebilseydik Atatürk’ü anne. “Canım oğlum, aslında onun bize emanet ettiğine sahip çıkarsan, o zaman onu gerçekten görmüş olursun. İşte bu, onu en çok mutlu edecek şey,” olacaktır dedim. Bir şeyleri aktarabilmiş olmanın huzuruyla, mutluydum…
Ve Selanik sonrası rotamız Kavala’ydı. Burası sahil boyunca uzanan tarihi limanıyla huzurlu sahil kasabası gibi. Denize nazır bir kafede oturup bir çift arkadaşımızla kahvelerimizi yudumlarken sohbetimizi ettik.
İlk olarak Kavala Kalesi’ne çıktık. Yokuşu tırmanırken karşımıza Osmanlı döneminden kalma Halil Bey Camii çıktı. Önce sahil kasabası hissi, sonra bu tarihi yapı… Bir anda memleketi hatırlatan tanıdık bir duygu içimi kapladı.
Ardından limana doğru yürüdük ve tazecik, çeşit çeşit Kavala kurabiyeleri aldık. Bu huzurlu molanın ardından, sahil kıyısındaki yazlık bir otelde konakladık ve kısa ama dolu dolu geçen seyahatimizin sonunda memlekete dönüş yoluna çıktık.
Kim bilir, belki bir gün oğlum da kendi çocuğuyla benzer yolculuğa çıkar ve tıpkı benim ona anlattığım gibi, Atatürk’ün hikayesini anlatır.


Dedeağaç.


Can’ın otele girişi.








Atatürk’ün evi, Selanik❤️

Can ile Beyaz Kule pozu.




Kavala’dan birkaç kare fotoğraf.

Bir yanıt yazın