Bazen bir yolculuk, yalnızca bir yerden bir yere gitmek değildir. Bazen o yolculuk, yıllardır unuttuğun bir duyguyu, bir alışkanlığı, belki de kendini yeniden hatırlamanın bir yolu olur. Dubrovnik benim için tam olarak böyle bir deneyimdi.
Uzun yıllar sonra, üstelik Can da hayatımdayken, ilk kez tek başıma yurt dışına uçuyordum. Oysa eskiden yalnız seyahat etmeye bayılırdım. Plan yapmayı, keşfetmeyi, anın içinde kaybolmayı ne çok severdim. Uzun süredir bunu deneyimlememiş olsam da, fark edip ilk adımı attığımda hâlâ aynı tutkuyla yapabildiğimi bilmek bana çok iyi geldi.
Ve işte, bu yolculuğun hikâyesi de tam olarak böyle başladı… Her şey, birkaç dakikalık bir telefon konuşmasıyla gelişti. Yıllardır farklı ülkelerde yaşamamıza rağmen dostluğumuzun hep sıcacık kaldığı arkadaşımla konuşurken diyaloğumuz şu noktaya geldi: “Dur hemen iş takvimime bakıyorum. Eğer izin alabilirsem, hemen bilet alıyorum!” dedim. Ve birkaç gün içinde plan kesinleşti. Üç günlük bir seyahat molası verilecekti hayata. İlk günü tamamen tek başıma geçirecektim, akşamüstü ise arkadaşımla buluşup kalan zamanı birlikte değerlendirecektik.
Ve esas kahraman, Dubrovnik’e gelelim. Burası adeta bir huzur ve keyif şehri bence. Sabahın erken saatlerinde, küçük ve oldukça pratik olan havalimanına vardım. Çıkar çıkmaz hemen kapısının önümden kalkan otobüsü kullanmayı tercih ettim. Yaklaşık 30 dakika süren bu transfer oldukça konforlu ve uygun fiyatlıydı. Şehre yaklaştıkça Dubrovnik’in tarihi surları ve Adriyatik’e uzanan kıyıları, tam bir kartpostal gibiydi. İlk günümü Old Town’ın taş sokaklarında kaybolarak geçirdim. Gerçi burada kaybolmak da pek mümkün olmayabilir. Stradun’un taş kaldırımları üzerinde yürürken, zamanın bu şehre yüzyıllardır pek dokunmadığını hissediyorsunuz. Tarih, her köşede kendini hissettiriyor; dar sokaklar, taş merdivenler, küçük meydanlar ve her biri farklı bir hikâye anlatan yapılar…
İlk durağım Jesuit Merdivenleri oldu. Game of Thrones hayranları bilir burası oldukça ikonik bir yer; ünlü “Shame!” sahnesi tam burada çekilmişti. Ama diziyi hiç izlemediyseniz bile, bu merdivenlerin yarattığı atmosfer etkileyici gelecektir. Merdivenlerden yukarı çıkarken aklımda filmin sahneleri… Yolu tamamladığınızda da tepede St. Ignatius Kilisesi çıkıyor karşınıza. Sessiz ve huzurlu yapısıyla, Eski Şehir’in kalabalığından kaçmak için ideal bir nokta.
Kısa bir keşfin ardından tekrar aşağı iniyor ve Stradun’da bir kafeye oturup kahvaltı yapmaya karar veriyorum. Bir fincan çay ve French toast eşliğinde kısa bir mola… Evdekileri arayıp iyi olduğumu haber veriyorum, yüzümdeki mutluluğu hissettiklerini biliyorum. Sonra tekrar kalkıp limana doğru yürümeye başlıyorum. Yol üzerinde Rector’s Palace ve Sponza Sarayı gibi tarihi yapılar dikkatimi çekiyor. Limana vardığımda, balıkçı tekneleri ve turist teknelerinin yan yana sıralandığı sahilde deniz kokusunu içime çekiyorum. Taş kaldırımların sıcaklığı, havadaki hafif meltemle birleşince, tam bir Akdeniz rüyasının içinde gibi hissediyorum.
Şehri sırt çantamla gezmiştim ve kalacağımız yere gidip kısa bir mola vermem gerekiyordu. Airbnb’ye yürüyerek gitmeye karar verdim. Mesafe 15-20 dakikalık ama sıcakta merdivenli yokuşları tırmanmak zorlayıcıydı doğrusu. Neyse ki vardım ve biraz dinlendim.
Akşam bu defa birlikte tekrar şehre döndük ve Old Town’ı bu kez hızlandırılmış bir turla, serinlikte gezdik. Ardından deniz ürünlerinin hayalini kurduğumuz o uzun akşam yemeğine oturduk. Sohbete doyamadık. Ve işte, Dubrovnik’in meşhur kalamarıyla tanışmam da tam bu noktada oldu! İlk lokmada neden bu kadar ünlü olduğunu anladım. Dışı hafif çıtır, içi ise yumuşacık… O kadar beğendik ki ertesi gün aynı restorana tekrar gittik.
İkinci günü, tam gün plajda geçirmek niyetindeydik. Coral Beach Club’a gittik. Burası hem doğal dokusu korunmuş hem de oldukça kaliteli bir ortama sahipti. Saatlerce deniz, güneş ve sohbet… Günün tadına doyum olmuyordu.
Ve kapanışta harika bir sürpriz bizi bekliyordu! DJ’in müzikleri çok iyiydi ve geniş bir çalma listesi vardı. Daha bilindik bir parça olması için genç bir Türk DJ’in şarkısı için istekte bulundum. Ancak Türk olduğumu duyunca DJ, özellikle Selda Bağcan’ın bir şarkısını remix olarak çalmaya başladı! Müziğin yükseldiği o anda, Dubrovnik’te olmama rağmen bir anlığına bambaşka diyarlara daldım. O kadar güzeldi ki hem şaşkındım hem de çok mutluydum.
Günü noktaladığımızda aslında gece hâlâ bitmemişti. Eve uğrayıp üstümüzü değiştirdik ve yeniden Old Town’ın ara sokaklarına daldık. Keyifli bir mekânda müzik, sohbet ve bol kahkaha… Ve finalde, o meşhur Dubrovnik dondurmasını tatmadan dönmek olmazdı!
Son günümüzde de oldukça yoğun bir program bizi bekliyordu. Seçim yapmak zor oldu ama sonunda, seyahatin en unutulmaz anlarından birini yaşadık: Elafiti Adaları’na tekne turu yaptık. Normalde turistik tekne gezileri benlik değildir ama bu deneyim bambaşkaydı. Masmavi suların içinde saklı kalmış adalar, doğallıkları ve bakir plajlarıyla büyüleyiciydi. Tekneden denize atlamak, acele etmeden adaların tadını çıkarmak, tam anlamıyla bir özgürlük hissi veriyordu.
Ve bir unutulmaz an daha: Mavi Mağara’da yüzmek. İçine girdiğinizde mavinin her tonunu görebileceğiniz büyüleyici bir ışık oyunuyla karşılaşıyorsunuz. Bu anları mağaraya girdiğimizde bircok kisinin elinde telefonlari kiliflar ile gorduk ama bizim icin fotoğraflamak mümkün olmadı. Neyse ki tadini cikardik.
Dubrovnik, yalnızca tarihiyle değil, deniziyle de İpek ile olarak da etkileyici bir seyahat oldu benim için. Üç gün boyunca hem geçmişin izlerini takip ettik hem de doğanın sunduğu güzelliklere doyasıya şahit olduk.
Eğer hala seyahat rotanıza eklemediyseniz, Dubrovnik’i mutlaka deneyimlemenizi öneririm. Tarihi dokusunun içinde kaybolmak, masmavi sularında özgürlüğü hissetmek ve gün batımında Adriyatik’e karşı bir kadeh kaldırmak… Burası, hem dinginliği hem de keşif heyecanını bir arada sunan nadir şehirlerden biri. Yolunuz bir gün düşerse, eminim siz de kendinizden bir parça bulacaksınız.
Bu yolculuk bana bir kez daha hatırlattı ki seyahat sadece gidilen yerlerle değil, nasıl ve kimlerle deneyimlediğinle de şekilleniyor. Kimi zaman tek başına yola çıkmak içindeki sesi daha net duymana olanak tanıyor; kimi zaman da yanındaki insanlar hiç beklemediğin şekilde ufkunu genişletiyor.
Belki de en güzel yolculuklar, kendini de yeniden keşfettiğin yolculuklardır…





Dubrovnik’e giris💙


Jesuit Merdivenleri





İlk gün akşam ‘Old Town’, Stradun




Happy Birthday ‘zeytinim’🎈



‘Lopud’🩵
Bir yanıt yazın