Yaşam kalitemizi düşündüğümüzde akla genellikle önce fiziksel çevremiz gelir: Ne kadar ferah bir evde yaşıyoruz, ofisimiz merkezi mi, imkanlarımız yeterli mi? Oysa bu koşulları anlamlı kılan şey, o ortamı kimlerle ve nasıl paylaştığımızdır.
İnsan ancak kendini güvende ve değerli hissettiği ilişkiler sayesinde gelişip dönüşme fırsatı bulur.
Gerek bireysel gerekse profesyonel hayatlarımızda yaşadığımız aidiyet, memnuniyet ve başarı gibi hisler yalnızca koşullarla değil, içinde bulunduğumuz sosyal ilişkilerle de şekillenir. Modern psikoloji ve iş yaşamına dair araştırmalar, güven ortamının ve sosyal uyumun sadece mutluluğu değil, üretkenliği de doğrudan etkilediğini ortaya koyuyor. Çünkü insan, kabul gördüğünü hissettiğinde öğrenmeye, gelişmeye ve katkı sunmaya çok daha açık hale gelir.
Bu içgörüye iş yaşamında sıkça tanık oluyorum. Yeni bir adayla sohbet ederken sorduğum en sade ama anlamlı sorulardan biri şudur:
“Daha önce hangi çalıştığınız kuruma/kurumlara kendinizi gerçekten ait hissettiniz?”
Gelen cevaplar yalnızca bir şirket ismi değil; bir duygu dünyası anlatır. Çalışma arkadaşlarının yaklaşımı, yöneticilerin dili, bilginin ve emeğin paylaşılma biçimi… Tüm bunlar, bir kurumun görünmeyen ama hissedilen dokusunu oluşturur.
Olumlu ve destekleyici ilişkilerin olduğu yapılar sadece konforlu değil; aynı zamanda insanların potansiyellerini ortaya koyabildikleri ortamlardır. Bu tür ortamlarda kişiler, yargılanma korkusu duymadan fikirlerini paylaşabilir, hata yapmaktan çekinmeden öğrenebilir, birlikte gelişmenin verdiği ilhamla dönüşebilir.
Güvenin eksik olduğu yerlerde ise en yetkin birey bile zamanla geri çekilir; gelişme arzusu körelir.
Bu yalnızca ofislerimiz için değil, yaşadığımız mahalle, çocuklarımızın gittiği okul, sabah selamlaştığımız komşularımız için de geçerlidir.
Eviniz ne kadar güzel olursa olsun, kapıyı açtığınızda karşılaştığınız bakışlar size sıcaklık ve güven vermiyorsa, yaşam kaliteniz zamanla sessizce erozyona uğrayabilir.
Bu nedenle yalnızca “nerede” olduğumuz değil, “kimlerle birlikte” olduğumuz da hayat kalitemizi belirler. Sosyal çevremiz, yalnızca bize eşlik eden bir yapı değil; gelişimimizi etkileyen, yönümüzü şekillendiren bir kaynaktır.
Amerikalı kişisel gelişim uzmanı Jim Rohn’un sıkça alıntılanan bir sözü vardır:
“İnsan, en çok vakit geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.”
Bu ifade bilimsel bir yasa değilse de sosyal psikolojiyle örtüşür. Normlarımız, davranışlarımız, duygularımız ve hatta hayata bakışımız çevremizdeki insanlarla birlikte şekillenir. Bu yüzden çevremizi seçerken fiziksel değil, duygusal ve değer temelli bir uyumu da gözetmek, uzun vadeli iyilik halimiz için bilinçli bir tercihtir.
Bir ara durup düşünelim: Çevremize bakalım; bizi büyüten, düşündüren ve iyi hissettiren insanları hatırlayalım.
Sonra, biraz daha cesurca kendimize soralım:
“Peki, ben yanımdakilere nasıl bir iz bırakıyorum?”
Bir yanıt yazın