Zeka, yetenek ve emek… Son zamanlarda bu üçlü üzerine fazlaca düşünüyorum. Özellikle bir çocuğun gelişiminde hangisi ne kadar etkili, bu etki nerede başlıyor, nerede şekil değiştiriyor? Oğlum büyürken bu sorulara çoğu zaman içgüdüsel yanıtlar veriyorum. Ama bazen durup düşünmek, iç sesimi biraz susturup başka bir yerden bakmak iyi geliyor.
Geçtiğimiz günlerde, bu konuları ele alan bir film ararken Gifted Hands’e denk geldim. Adını daha önce duymamıştım ama izlemeye başladığım anda hissettim: Bu film, arayışlarıma cevap verecek türdendi ve gerçekten de öyle oldu. Bakış açımı tazeledi.
Film, ünlü beyin cerrahı Dr. Ben Carson’ın gerçek yaşam öyküsünü anlatıyor. Beni en çok etkileyen karakter ise onun annesiydi. Kendi eğitimi ve ekonomik şartları oldukça sınırlı olmasına rağmen, oğlunun potansiyeline yürekten inanan bir anne… Her gün yeniden kurduğu inançla, çoğu zaman imkânsız gibi görünen koşullarda bile vazgeçmeyen bir kadın. Bu kararlılık, bu inanç hali bana çok tanıdık geldi. Belki de anneliğin evrensel dili tam da bu: Tüm belirsizliklere ve zorluklara rağmen inanmaya devam etmek.
Film boyunca sık sık kendimi düşündüm. Oğlumla olan etkileşimlerimi, ona söylediğim şeyleri…Bazen farkında olmadan verdiğim sinyalleri… Ona ne kadar inandığımı ya da bazı anlarda tereddütlerimi… Bazen bir çocuğa duyulan güvenin ne kadar belirleyici olabileceğini unutuyoruz. Film, bu hatırlatmayı bana çok sade ama derin bir şekilde yaptı.
Kendine inanmak için önce birinin sana inandığını duymanın ne kadar dönüştürücü bir güç olduğunu görebiliyoruz bu örnekte. Hatta etkinin çoğu zaman çocuklukta, ailede başlaması halinde çok daha güçlü olduğu da aşikâr. Ve fakat bazen biz yetişkinler de, tam yapamayacağımızı düşündüğümüz bir anda, birinin inancıyla ayağa kalkabiliyoruz. O küçücük güvenin ne büyük kapılar açtığını unutmak ne kolay; hatırlamak ise ne iyi geliyor.
Oğluma dair bazı şeyleri yeniden gözden geçirdim. Bazı cümleleri biraz daha dikkatli kurmak, bazılarını hiç kurmamak, bazılarınıysa daha çok tekrar etmek gerektiğini hissettim. Küçük bir değişiklik belki. Ama bazen her şey tam da oradan başlıyor.
Her ne kadar bugün ekran süresi sınırlamaları, zorunlu kitap okumaları ya da “zihin açıcı” mini aktiviteler nedeniyle bana biraz kırılmış olsa da… Ben, bir anne olarak asıl sorumluluğumu unutmuyorum: Onun potansiyeline inanmak. Zekâsına, yeteneğine ve her şeyden önemlisi emeğine güvenmek. Ve ona her gün yeniden bunu hissettirmek.
Belki de bir çocuğun hayatında atılan en önemli tohum, birinin ona yürekten “Sen yapabilirsin” demesi oluyor. Ben, o tohumu elimden geldiğince sevgiyle sulamaya devam edeceğim.
Bu yazıda anlattıklarım, daha önce kaleme aldığım “İnsanı Şekillendiren Sosyal İklim” başlıklı yazımdaki bazı düşüncelerle de örtüşüyor. Çünkü çocuklar gibi biz yetişkinler de ancak kendimizi güvende ve değerli hissettiğimiz ortamlarda büyüyüp gelişebiliyoruz. Bu ilginizi çektiyse ona da hızlıca bakabilirsiniz.

Bir yanıt yazın