Çalışma hayatında güçlü, ailesinde sevgi dolu, sosyal yaşamda aktif ve toplumda değer gören bir kadın olmak…
Tüm bunları aynı anda başarabilmek gerçekten mümkün mü?
Bir düşünelim… Bir erkeğin hem kariyerinde yükselmesi hem de sosyal hayatında aktif olması doğal bir akış gibi karşılanıyor. Hatta bu iki durum birbirini tamamlıyor bile diyebiliriz. Ama konu bir kadın olduğunda, aynı cümle cesur bir meydan okuma gibi algılanıyor. Ulaşılması zor, biraz imkansız ve fazladan alkış gerektiren bir hedef haline geliyor.
Dün, 8 Mart… Çiçekler, nazik mesajlar, kutlamalar… Hepsi ince düşünülmüş, güzel jestlerdi. Ama bir yandan da içimi sızlatan bir tarafı vardı. Çünkü tüm bu kutlamalar, kadınların iş dünyasında ve toplum içinde hâlâ ekstra bir çaba göstermesi gerektiğini hatırlatıyor. Sanki başarılarımız, doğal bir süreç değil de özel olarak kutlanması gereken istisnalar gibi sunuluyor.
Halbuki kutlanması gereken başka şeyler var. Bir kadının, annelikten kazandığı sabır ve anlayışın onun liderliğine gölge düşüren bir zafiyet değil, insan yönetiminde paha biçilmez bir yetkinlik olarak görülmesi… Empatisinin, kararlarını zayıflatan bir yan değil, iş hayatına derinlik ve vizyon katan bir güç olduğunun anlaşılması… Bir pozisyona aday olduğunda, “Acaba çocuğu var mı?” sorusunun onun sorumluluk bilinci, zaman yönetimi becerisi ve çok yönlü düşünme yetisini göz ardı eden bir önyargı olmaktan çıkması… Ve en çok da, kadınların birbirleriyle yarışmak zorunda kalmadığı, tam tersine birbirlerinin başarılarını kutladığı ve birbirini yukarı taşıdığı bir iş ortamının gerçeğe dönüşmesi…
Çünkü iş hayatında edinilen pek çok beceri, hayatın içindeki küçük ama güçlü deneyimlerden besleniyor. Mesela, uykusuz bir gece geçiren çocuğunu okula gitmeye razı eden bir anne, toplantıda en zor müşteriyi bile ikna edebilir. Ya da market alışverişinde beş farklı markayı karşılaştırıp en iyi fiyat-performans dengesini bulan bir kadın, bütçe yönetimi konusunda kimseyle yarışmaz.
Biliyoruz ki kolay bir yol değil. Ancak bir yerden başlamak gerekecek. Kadınlar olarak birbirimize “Yapabilirsin, buradayım” diyen kadınlar olabilmek, başarılarımızı küçültmeden ve hatalarımızı büyütmeden, yükümüzü paylaşarak ilerleyenler olabilmek belki de en temelini sağlayacak geleceğimizin.
Bu dönüşüm sadece kadınların mücadelesiyle değil, iş hayatında adaleti gözeten, önyargıları sorgulayan ve yetkinliği cinsiyetle değil, bireysel başarılarla değerlendiren herkesin desteğiyle mümkün olacak. Çünkü asıl değişim, var olmak için mücadele etmek yerine, var olmanın doğal karşılandığı bir dünya yaratabildiğimizde başlayacak. Ve en anlamlı kutlama, çiçeklerden değil, birbirimize açtığımız yollardan geçecek.
Kadın-erkek demeden hep birlikte potansiyelimizin özgürce parlayabildiği bir dünyayı inşa edebilmek dileğiyle…
“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?”
Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos 1925, Kastamonu Konuşması
Orçun Başlak için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et